hesabın var mı? giriş yap

  • japonya'da, nerdeyse hicbir magazada, satilan urunlere takili guvenlik alarmi cihazinin olmamasi. ve beraberinde getirdigi 'bir toplumun mutlak bir sekilde durust ve ahlak sahibi olabilecegi' sonucu. bunu yapabilmek icin de tanri inancina gerek olmadigi' cikarimlaridir herhalde.

  • annesine sorarsanız şımarık ya da yaramaz değil hiperaktiftir. zaten hiperaktivite bulunalı eşşekler çoğaldı. hanım hanım o çocuk hiperaktif falan değil bildiğin şımarık. ne pis insanlarmışsınız mına koyim.

  • korsanların taktıkları tek göz bandının amacı yaralanma sonucu kaybettikleri tek gözü saklamak değildir.

    aydınlık bir ortamdan karanlık bir ortama ani bir şekilde geçtiğiniz zaman gözünüzün karanlık ortama alışması için belli bir süre gerektiğini, gözün karanlık ortama hemen adapte olamadığını hepiniz tecrübe etmişsinizdir. işte korsan gemilerindeki kaptan korsanlar sürekli olarak güverte ile depo ya da kamara arasında gidip geldikleri için, gözün karanlığa alışma süresini yok etmek amacıyla bu göz bandını kullanıyorlar. güverteden içeri (aydınlıktan karanlığa) geçtiklerinde göz bandını çıkarıp gün boyu göz bandının altında karanlıkta kalan gözü kullanıyorlar. bu şekilde göz bandı tarafındaki göz, zaten gün boyu karanlıkta kaldığı için karanlığa hazır bir şekilde bekliyor, karanlığa alışma süresi yaşamıyor ve hemen net görmeye başlıyor. özellikle savaş gibi saniyelerin hayatınıza mal olabileceği kritik anlarda gözün karanlığa alışma süresini göz bandı sayesinde yok etmek çok büyük önem taşıyor.

    ekleme: yukarıda yazdıklarıma inanmayanlar oldu. tek göz bandının anlattığım şekilde kullanıldığı zaman ne kadar da büyük bir fark yaratabileceğini ve bilimsel kısa bir açıklamasını şuradan izleyebilirsiniz.

    diğer kaynaklar:
    http://www.theladbible.com/…wear-eye-patches-280416
    http://www.wsj.com/…7887323646604578404581544768850
    http://mentalfloss.com/…id-pirates-wear-eye-patches

  • simdi, norvec ozelinde iskandinav modelinin basarisi uzerine bir seyler yazmak gerekiyor. umulur ki turkiye'de yasayan genc insanlarin ilgisini ceker.

    oncelikle belirteyim, basari, hayat kalitesi denince oznel kavramlardan bahsettigimizi unutmayalim. her bireyin istekleri, ihtiyaclari, zevkleri farkli. benim basari dedigime siz "basari mi? ne basarisi?" diyebilirsiniz ve son derece gecerli olur. ancak genel bir sonuca ulasmak icin de bu tip arastirmalarin yapilmasi zaruri. dileyen yararlandigim kaynaklara asagidaki linklerden bakabilir.

    ilki su meshur oecd 2013 arastirmasi. cok basarili hazirlanmis, incelemesi de gayet eglenceli: http://www.oecdbetterlifeindex.org/

    ikincisi biraz eski ve okumasi yorucu ancak yine de veri anlaminda cok degerli olan the economist arastirmasi: http://www.economist.com/…a/pdf/quality_of_life.pdf

    simdi, bu iki arastirmadan iskandinav ulkelerini ilgilendiren ve benim de bu entry'de inceleyecegim konu su: ilk on icerisinde 4 iskandinav ulkesi var. norvec, isvec, izlanda, danimarka seklinde siralaniyorlar. izlanda'nin 2008'de cok agir bir ekonomik kriz gecirdigini de unutmayalim. iskandinavya'nin uvey cocugu finlandiya da ilk onun hemen altinda yer aliyor.

    peki norvec, iklimsel ve cografi zorluklara (tarim ve yerlesim alanlarinin dar olusu vb) ragmen, nasil oluyor da bu kadar yuksek skorlar elde edebiliyor? elbette ki, dogal kaynak piyangosunun vurmus olmasi bir avantaj: norvec, hidroelektrik uretim olanaklari, balik, petrol ve gaz bakimindan cok zengin bir ulke. ayni zamanda global turbulanslarin hem cografi hem de politik olarak disinda yer aliyor.

    ama bu kadar kolay aciklanabilir bir olgudan mi bahsediyoruz? dogal kaynak bakimindan dunyadaki tek zengin ulke norvec degil, arap ulkeleri de petrole sahip, guneydogu asya'nin da balik ve diger deniz urunlerine kolay erisimi var, afrika ve guney amerika ulkelerinin de cesitli dogal zenginlikleri mevcut. diger taraftan, norvec disindaki iskandinav ulkelerinin bu tip dogal zenginlikleri yok. danimarka'da dogru duzgun dag bile yok ornegin ya da izlanda'nin, isvec'in hangi dogal kaynagi dunyaca meshur, standartlarin ustunde?

    kendimizi simdilik norvec ile sinirlandiralim (ki biraz da oyle yapmak zorundayim cunku burada yasiyorum). ekim ayi icerisinde the evolution institute isimli bir amerikan kurulusu norvec'e gelerek modelin basarisini anlamaya donuk arastirmalar yapti. sosyal darwinizm diye paniklemeyin hemen, alakalari yok. yaptiklari insanoglunun tarihi ve halihazirda icinde bulundugu evrimsel sureci anlamak ve bunun sosyo-politik uzantilarini analiz etmek. oyle "su irk sundan ustundur, turkler evrimlerini tamamlayamamislar" vs gibi anlamsiz fikirleri yok.

    norvec'e gelmelerinin sebebi basit: kuzeyin bu kucuk ama kendi icinde goreceli mutlu, esitlikci, bariscil ulkesinden ogrenilecek bir sey var mi? ekibin icinde david sloan wilson da vardi ki, bu arkadasi `the evolutions and psychology of unselfish behavior` adli kitabindan taniyoruz (turkce'ye cevrildi mi, bilmiyorum. http://www.amazon.com/…logy-unselfish/dp/0674930479). kitabin ismi de yeterince aciklayici ve ilgi cekici zaten. ozellikle norvec ozelinde. wilson'a gore sosyal bir hayvan olan insanin en carpici ozelligi, grup olarak hareket edebilmesindeki evrimsel basari ancak bireyin ve grubun ihtiyaclari ve istekleri arasinda da bitmek bilmeyen bir catisma hali mevcut. peki bunlar toplumsal hayatta ne zaman yuzeye cikiyor, yani bir faktor olarak nasil somutlasiyor?

    konuyla ilgili cogu arastirmanin bizi getirdigi nokta su: daha esit olan toplumlar her zaman ama her zaman daha basarili oluyorlar. anahtar degiskenimiz sosyal esitlik. gelir esitligini baslangic noktasi olarak alan bu kavram, mutlu bir refah toplumunun cesitli ozellikleriyle bir dogru oranti iliskisi icinde. oecd rakamlari ornegin, iskandinav ulkelerinde gelir farkliliklarinin gorece minumum oldugunu gosteriyor.

    bu esitlik (farkliliklarin azligi) bireylere adil bir sistem icinde var olduklari duygusu ve (buraya dikkat) vergi odeme sevki veriyor (ne kadar yabanci bir kavram degil mi?). gelir adaletinin varligi, toplumun icinde, bireyler duzeyinde bir ayni geminin yolcusuyuz duygusu yaratiyor. bu esitlik, sosyal devlet duzenlemeleriyle de tam bir uyum icinde. ne kadar duzenleme bu esitligi sagliyorsa, ayni sekilde gelir adaletinin getirdigi tatmin hissi, sosyal devletin temel ozelliklerine bagliligi da o kadar destekliyor. bir nevi karsilikli etkilesim yani. ornegin, norvec'te son on yilda hal ve gidisattan memnun olanlarin orani gittikce yukselmis, vergi odeme sevki de ayni sekilde artmis.

    norvec, ayrica, rekabetin cok da on planda olmadigi bir toplum. is hayatinda globallesmenin de etkisiyle olumsuz bir degisimden soz edebilsek bile, egitim sistemi rekabet uzerine kurulu degil. bu konuda, basarili veya ozel yetenekleri olan cocuklarin tesvik edilmedigi vb cesitli elestiriler mevcut ancak sistem, basarili basarisiz butun cocuklara ayni ozeni ve ilgiyi gosterme uzerine kurulu oldugundan, cream top dedigimiz bu azinligin sesi cok fazla cikamiyor. cekirdek aile de onemli bir kavram ancak asil ilginc olan su: norvecliler, hobi aktivitelerine, eglenceye, acik hava sporlarina da cok duskunler. kendilerini cok caliskan, gunde 20 saat calisan, surekli is is is dusunen insanlar olarak dusunurdunuz degil mi? iste oyle degil. (surekli is is is dusunen bir insanin verimliligini baska bir ortamda tartisiriz). yani norvecliler, is hayati ile sosyal hayatin eglenceleri arasinda ilginc bir denge kurmuslar ve ikisi arasinda kaldiklarinda hemen her zaman aile, arkadas cevresi, bireysel hobiler agir basiyor.

    belki bu sosyal yonu agir basan tercihlerin uretim ve inovasyon acisindan negatif etkilerinden bahsedilebilir. ancak iste o noktada da, verimlilik ve petrol gelirleri devreye giriyor. yani norvecliler, az calisip cok ureterek ve petrol gelirleri sayesinde bir alman veya isvicreli kadar calismadigi halde daha yuksek bir hayat standardini finanse edebiliyor.

    norvec'in basarisindaki bir diger etken ise dogal kaynaklarin bollugu kadar oznel bir durum: ulkede yalnizca 5 milyon kisi yasiyor. kucuk bir toplumdan bahsediyoruz. buyuk nufusa sahip toplumlarda (veya is yerlerinde) ortaklik, aidiyet, sorumluluk duygulari -bireyler kimlik arayislarini toplumun alt gruplarinda surdurseler bile- zayif.

    diyebilirsiniz ki, saf guvene, aidiyet ve ortaklik duygularina dayali boyle bir modelin norvec (veya diger iskandinav ulkeleri) haricinde uygulanabilmesi su veya bu sebeplerden olanaksiz. ancak o zaman, su soruyu sorabiliriz: guven temelli modeller nasil (ve neden) kuruluyor ve basarisiz olmalarini engelleyen ne?

    simdi, evrimsel perspektif, baslangic noktasi olarak insanin sosyal bir tur olmasini aliyor. teoriye gore, katilim ve ahlaki davranis bicimlerinin gelistirilmesi grup icin yararli olanin bireylerin de yararina olacagi bir sistem gelistirerek daha mumkun. ancak, sosyal kimligi olusturan seyler nelerdir, neden bazi bireyler katilim odakliyken digerleri daha bireysel? bu tip sorular hala tartisiliyor ve ne kadar arastirma yapilirsa yapilsin ortaya net bir model koymak cok mumkun degil. ornegin, bireylerin farkli buyuklukteki gruplara katilim tercihlerini etkileyen faktorler nelerdir, sosyo-politik modellerin olusturulmasinda onemli bir soru cunku temel olarak toplum da modelin icinde kabul edebilecegimiz bir grup (en buyugu) ancak bireyler sadece toplum denen gruba katilmakla kalmiyor ya da ona katilimda bulunmak yerine daha kucuk gruplarda daha rahat ediyor.

    sunu soylemeye calisiyorum, iskandinav kulturunden gelen bir insanin toplumsal yapinin bir uzantisi olarak kucuk gruplarda basarili olma sansi daha yuksekken, genis nufusa sahip bir ulkede yetismis biri gorece buyuk gruplarda kendini daha rahat hissediyor olabilir. buna bireylerin tek tek kendi ozelliklerini de eklersek, ortaya karmasik bir yapi cikiyor. dolayisiyla iskandinav modeli uygulama odakli incelenirken goz onune alinmasi gereken cok fazla kriter var.

    ancak bazi modellerin (burada kultur kelimesini kullanmaktan kaciniyorum ancak jargonda model yerine cogunlukla kultur kelimesinin gectigini aklinizda bulundurun) neden digerlerinden daha basarili oldugu sorusu, yukarda degindigim ve deginmedigim butun faktorlere ragmen cevap bekleyen bir soru. sonucta "of cok karmasik ya" diyerek vazgececek degiliz. biz cevap verdikce bazi seyler netlesebilir, sadelesebilir. bu anlamda, jared diamonds ornegin, guns, germs and steel adli kitabinda (http://www.amazon.com/…ates-societies/dp/0393317552) kaynak perspektifini oneriyor. yani toplumun islerlik kazanabilmesi, ust organizasyon olan devletin verimli ve saglikli calisabilmesi ve bunun sureklilik kazanabilmesi icin insan kaynaginin dogal kaynaklardan daha onemli oldugunu iddia ediyor. dogal kaynaklar, baslangic asamasinda onemli olabilirler diyor bu arkadas, ancak tarihsel surece baktigimizda sureklilik kazanan basarilarda her zaman insan kaynaginin one ciktigini soyluyor.

    bu teorinin uygulamasini iskandinav ulkelerinde gormek cok kolay. finlandiya egitim sisteminin dunyada kendi ozelinde inanilmaz basarili bir sistem oldugunu duymayan kalmadi. ilgilenenler su adrese bakabilir: http://www.smithsonianmag.com/…successful-49859555/

    ayni sekilde, insan kaynaginin kullaniminda norvec'in de basarili oldugunu soylemek mumkun. uzmanlasmanin yuksek bir duzeye geldigi toplumlarda, bireyin yapabileceklerinin ve yapamayacaklarinin bilincinde olmasi, onun daha guvenli ve sosyal yasamda daha aktif hale gelmesini sagliyor ve bu da topluma saglikli, kendine guvenen ve mutlu bireylerden olusan bir organizasyon haline gelme olanagini veriyor. obur turlu, bireysel guvensizlik ve kararsizliklar, toplumsal istikrarsizliga yol aciyor ve -kisa kesiyorum- suc oranlari artiyor, insanlar vergi vermek istemiyor, gelir adaleti bozuluyor vs. vs.

    uzun bir entry oldu, farkindayim. ancak bir noktaya daha deginmek istiyorum: o da haklar ve yukumlulukler. toplumsal mutluluk icin bireylerin haklarinin ve yukumluluklerinin farkinda olmasi onemli. ancak belki daha da onemlisi, bireyin hangi yukumlulukler icin haklarindan fedakarlik edebilecegi, hangi yukumlulukleri yerine getirme isteginde oldugu ve nihayet haklarini yeterli gorup gormedigi. norvec -her ne kadar son on yilda olumsuza dogru bir gidis olsa da- bu konularda da dunya ortalamasindan cok daha yuksek skorlara imza atiyor. kisaca, haklarindan tatmin olan birey, yukumluluklerini yerine getirmeye daha sevkli hale geliyor. yukumluluklerinin agir oldugunu dusunen birey ise (ilginctir) daha az yukumluluk yerine daha fazla hak istiyor.

    petrol konusuna bu baslikta cokca deginildi. bir noktaya dikkatinizi cekip bitireyim: norvec, petrol gelirlerinin cok buyuk bir kismini gelecek nesillerin kullanimi icin belli bir fona aktariyor (pensjonsfondet veya petrol fonu) 2013 yili icin bu fonun buyuklugu 713 milyar dolar. yani norvec halki, kuzey denizi'nde petrol bulunani beri tam 713 milyar dolar biriktirmis. ve bunu kendi zenginliginden fedakarlik ederek, gelecek nesillerin iyiligi icin yapiyor. dunyada su anda esi benzeri olmayan bir toplumsal proje bu ve ciliz itirazlar da zaten ya bu kadar biriktirmesek, biraz da harcasak seklinde populist sagdan geliyor ve cok da itibar edilmiyor.

    "butun bu bilgileri ne yapacagiz?" diye sorabilirsiniz. bir sey yapmaniza gerek yok, bilin yeter. gun gelecek, turkiye de icinde bulundugu kisir donguden cikacak ve gelir adaletsizligi, vergi odeme sevki, egitim sistemi gibi hayati konular tekrar gundeme gelecek. o gun yuzunuzu cevireceginiz basarisi kanitlanmis ornekleri bulmak icin ortadogu'nun ve asya'nin iki adim ileri bir adim geri ulkelerine veya avrupa'nin demografik yapisinin kotrolunu coktan elden kacirmis fransa'sina, italya'sina mi yoksa saglam temeller uzerine oturtulmus, saglikli politik ve egitim sistemleriyle iskandinav ulkelerine mi bakacaginiz konusunda, tercih size kalmis.

  • ''bir misafirliğe gitsem
    bana temiz bir yatak yapsalar
    herşeyi, adımı bile unutup
    uyusam...

    kalktığımda yatağım hala lavanta koksa
    kekikli zeytinli bi kahvaltı hazırlasalar
    nerde olduğumu hatırlamasam
    hatta adımı bile unutsam''

    (bkz: melih cevdet anday)

  • aklımda kalan notların aşağıdaki gibi olduğu spordur, tabii bunları daha yeni cmas 1 yıldız almış, acemi birinin kendine de not olsun diye yazdığını unutmayalım.

    1) dalış için iyi, disiplinli, bilinen bir tekne buluyoruz, herhangi bir sıkıntı yüzünden tereddüt edersek, teknede bile olsak, parasını bile vermiş olsak vazgeçebiliyoruz. çünkü aşağıda yaşamamız muhtemel bir sıkıntının sonuçları çok daha ağır olabilir.

    2) önce dalış kıyafetimizi giyiyoruz, yazın kısa kol, shortie, kışın kalın uzun kıyafetler oluyor bunlar :) eveet kuru bir halde bu kıyafete girmek kafamızın sığmadığı bir deliğe girmeye çabalamak kadar çarpıcı olabiliyor hele ki sıcak havalarda, bu yüzden kıyafeti mi kendimizi mi ne bulursak artık bir ıslatıyoruz, ıslak ıslak daha rahat giyiniyoruz. zayıf arkadaşlar bu bölümü keyifle geçebilir dicem ama 48 kiloluk bünyem small bedene sığacam derken toplam enerjimin 3/4'ü gidiyor nedense...

    3) kilomuza, suyun durumuna, vs. göre ağırlığımızı seçiyoruz (benimki 48 ve 50 iken de 5 kilo idi) toka solda olacak şekilde önümüze koyup, eğilip arkadan sırtımıza alıyoruz, kemeri takıp, ağırlıkları dengeliyoruz. yoksa suda döner dururuz. bir de bu arkadaşın ucu çekildiğinde kolay açılabilir olmasına dikkat ediyoruz. taktıktan sonra sallanan tarafı ona göre ayarlıyoruz. burda çok önemli bir durum var: hele ki bu kemer dipte çıkarsa, mazallah hafazanallah roket gibin yüzeye fırlama riski var. bundan sonra evlerden ırak, emboli mi dersin, kan pıhtısı olur dolanır, orda burda felç mi dersin, seç beğen. kendimizi bir helikopterde en yakın basınç odasına giderken bulmak istemiyorsak, ki amerikan filmi değil bu, bildiğin yurdum toprakları, kemeri takarken azami dikkat ediyoruz.

    4) sıra geldi tüpümüzü seçmeye, seçiyoruz :) sonra yeleğimizi ki bunu da kendimize göre seçeceğiz, tüpe bağlıyoruz, bu sırada tüp dipte kafamıza kafamıza vurmayacak şekilde ayarlıyoruz, bizzat kafaya tüp vurma hadisesi yaşanmıştır, pek de keyifli olmuyor.

    5) geldi sıra regülatörümüze, seçip bir suya basıp çıkarıyoruz :) gerçi öncesinde yapılmıştır inşallah bu:) alıyoruz bu arkadaşı tüpümüze takıyoruz.

    6) sonrasında inflatör-deflatör müdür nedir yelek şişirme, boşaltma düğmelerinin olduğu zamazingonun bağlantısını yapıyoruz yeleğimizlen. alternatif hava kaynağını müsait bir yere sokuşturuyoruz, gerektiğinde kullanıma hazır bir şekilde. tüpümüzü sonuna kadar açıp, bir yarım tur kapatıyoruz, bu sırada basınç ölçeri yeleğe doğru tutup mümkün olduğunca kapatıyoruz hafazanallah. derinlik ölçerin maksimum derinlik
    göstergesini sıfırlıyoruz. hava basıncı 200-220 bar felan olacaktı. ana hava kaynağımızı kontrol ediyoruz, hava güzel mi, güzel, on numara tamam :)

    7) yeleğimizi giyip kuşanıyoruz, hava basıncı-derinlik ölçer kardeşleri belimize bir yere koyup üstüne yeleğin bağlantısını yapıyoruz. burada önemli olan badimizi check, body check. misal yanlış yapmaya aç susuz bünyem bu adıma kadar kimbilir ne hatalar yaptı, kendi kendime ne tuzaklar hazırladı, body check candır, vazgeçilmemeli...

    8) giyindik, kuşandık, geldik maske ve paletimizi alıp teknenin ucuna oturmaya. maskemize bir sağlam tükürüyoruz, kibar arkadaşlar bu işlem sırasında şampuan da kullanabilirmiş, ilk günlerde kibar feyzo gibi sonrasında da hayvan gibi tükürdüğüm için benim için sorun yok. dipte giderek görüş beyazlayıp kaybolunca bir dahakine başlarım kibarlığına da diyebiliyor insan. bir de maskeyi çok sıkmamak lazım, iyice ayarlamak lazım yoksa dipte bol bol maske tak çıkar antremanı yapılabiliyor, tabii bir de o sırada grup iyice ilerlemişse tadından yenmez.

    9) giydik paletlerimizi de, aman sıkan palet olmasın, insanın bayağı bir canını acıtabiliyormuş bu hede de.

    10) kalktık ayağa, yeleği şişirmeyi unutmayalım, külçe gibi dalmayalım, kulaklara yazık, kulaklar candır :)

    11) bir ayağımızı karşıya atıyoruz, zıplamadan, sol elimiz belimizde, sağ elimiz hava kaynağı ilen fırlar mırlar diye maskeyi tutuyor, ya allah bismillah atlıyoruz.

    12) sudayız evet, hemen tekneye dönüp sağ elimizi başımıza dokundurup bir okey işareti yapıyoruz, grupla birlikte başlıyoruz, yeleği boşaltıyor, nefes vererek iniyoruz hadi bakalım bu sırada ara ara yutkunuyor kulakları dengeliyoruz, ben diğer hareketi yapamıyom, bende işe yaramıyor. bu arada gençler, yeleğimizdeki havayı hangi düğme ile indiriyoruz, örneğin benim en son kullandığımda havayı indiren düğme tam yukardaydı, şişiren ise hemen aşağısında yandaydı. bunları şaşırmıyoruz, zaten şaşırıyosak japon tiyatrosunda pörtleyip gülme krizine giren oyuncuyu çeker gibi çengelle yukardan çekip alsalar yeridir.

    13) indik ineceğimiz kadar, yelek şişirme boşaltma düğmeleri 2 sn felan sonra işliyor, bu yüzden basıp bekliyoruz, şişirme düğmesine pıs pıs diye az basıyor, asılmıyor, kendimizi yüzeyde bulmuyoruz.

    14) hava boşaltmak için iyice sol elimizi kaldırıp sağa alıyoruz anca öyle hava boşalıyor.

    15) giderken denizatı gibi değil mümkün olduğunca yatay gidiyoruz, elimizin kolumuzun bi hayrını göremiyoruz, bunları bağlayıp bel üstünde bırakmak mantıklı gibi. bu arada eldiven candır, eldiven alalım mutlaka. kayalar mayalar, deniz kestanesi, benim gibi acemilerin dostudur eldiven. bir de sadece düğmelere müptela bir şekilde yüzerlik sağlayacaz diye kasmaya gerek yok sanki, aslında nefes versek az inecez, alsak çıkacaz. bir de yelek havası boşaltma ipleri var, onları da kullanabiliriz diye hatırlıyorum. neyse işte bu buoyancy midir yüzerlik midir nedir, önemli birşey, yoksa benim gibi kayalara kah tutuna tutuna, kah vura vura, dalış mı yapıyor, ne yapıyor bu meczup dedirtebiliriz kendimize.

    16) sorarlarsa merak ettiğimizde havamıza bakıyoruz, suyun altında derin derin yavaş yavaş nefes alıp veriyoruz, her daim soğukkanlı oluyoruz, panik yapmıyoruz, gaza gelmiyoruz :) bi durum olursa bir duruyoruz, kontrolümüzü sağlayıp düşünüyoruz, ve çözümü gerçekleştiriyoruz. badimizi kolluyoruz, kendisi bize emanet, benim gibi kendi canını zor kurtaran sersefil, garip gureba bir haldeysek bile en azından biraz biraz bunu yapmaya çalışıyoruz. dikkatli oluyoruz, milletin dalışını çileye çevirmemek için her daim gözü açık, göz teması kuran, her sorulana cevap veren, kendinde, aklı başında, sakin bir halde kalıyoruz.

    17) çıkış başladıktan sonra safety stop hadisesine dikkat ediyoruz, dalış liderimiz yapar kendisine güveniyoruz :)

    18) çıkış sırasında gerekirse hava boşaltmaya, düzenli nefes alıp vermeye dikkat ediyoruz, ağzımından çıkan kabarcığın çıkış hızını geçmiyoruz.

    19) su yüzeyine çıkıyoruz, aman da ne güzel derinlik ölçerden max derinliğimize de bir bakış atabiliriz bu durumda:)

    20) merdivenlere tutunup, paletimizi çıkarıyoruz, çıkıyoruz, maskemizi erken çıkarsak bile elimize alıp yüzmek yok, boynumuzda duracak, uygun bir yere oturup, yeleğimizi çıkarıyoruz, ilk iş tüpü sağlama almak, oraya buraya devrilmesin, yeleğimizi çıkaralım, maskeyi sudan geçirip sepetimize atalım. paletlerimizi de, ağırlığımızı çıkarıp sepetimize kolaylım. tüpteki havayı kapatalım, yelekten ayıralım, yeleğimizi bir suya basalım, öyle kaldıralım. regülatörü de asla su kalmaması gereken hedeye iyice bir üfleyip kurutup kapattıktan sonra bir suya basalım, gidip yerine asalım.

    21) ne güzel bir dalışımız daha bitti, nice yeni dalışlara diyelim.

    yukarıda dediğim gibi bu yazdıklarım, işin başında bir acemi çaylak tarafından yazıldığından işi bilenlere komik, yanlış, vs. gelebilir, zamanla öğrendikçe düzeltecez inşallah. son söz olarak da, arkadaşımın zoruyla daldım, eğitim sırasında kaçmak için delik, bahane aradım, yıldızı kapayım bir daha asla dalmam dedim ama son iki dalıştan sonra herşey değişti. ne spor bulduysam yapmaya çalışırım, koşu aşığıyım, hedefim ileride ultramaratonlar ama bu bünye böyle birşey görmedi daha önce. hiç birşeye benzemeyen başka bir spor, başka bir dünya..

    editler: düzeltme gönderen arkadaşlara teşekkürler :)

  • bilinçli bir halde "tamam bitti" denilen bir an değildir. yavaş yavaş gerçeklerin görülmesiyle oluşur. an değil, süreçtir.

    yıllar sonra edit: ne kadar zaman geçerse geçsin bitiyor emin olun. süreç bazen uzasa da sonu var, inanın.

  • fakiriz diye demiyorum ama iki gün önce eve hırsız girdi, hayatımdan yarım saat çaldınız diye not bırakıp gitmiş

  • hakkinda takip ettigim birkac instagram hesabi ve uygulama var. londra keyifli sehir, bu keyfi daha da yukari cikartmak icin faydali oluyorlar.

    sparrowinlondon: genelde londra'dan cok guzel fotograflar paylasiyor. en guzel yani fotograflarin konumlarini da paylasmasi. onun gozunden londra'yi gezmek hos bir his. konumlari paylastigi icin begenilen yerleri siz de gidip gorebilirsiniz.

    livinglondonhistory: herhalde londra'yla ilgili en begendigim hesap olabilir. en sevdigim ozelligi genelde kiyida kosede kalmis yerlerle ilgilenmesi. yeri geldiginde bir cadde isminin nereden geldigi, yerine gore eski bir paylaconun ilginc mezari hakkinda bilgiler veriyor. tur filan da yapiyor, bir gun katilmak istiyorum.

    todaytix: tiyatro ve muzikaller icin ucuza bilet bulma uygulamasi. ozellikle ayni gunku etkinliklerde bazen baya ucuza bilet bulunabiliyor, ara sira cekilislerle daha da uyguna bilet veriyorlar.

    candlelight.concerts: mum isiginda oldukca romantik konserler veriyorlar, bu da instagram sayfasi.

    londonpubexplorer: isminden belli, londra'daki publari paylasiyorlar. genelde londra'daki publarin hepsi belirli bir standartin ustunde, bu da birini secmeyi zorlastiriyor. bu hesap sayesinde hangisine gidelim sorusu birazcik azaliyor. reklam yapmiyorlar genelde, bu cok hosuma gidiyor.

    londoncoffeeshops: brunch ve afternoon tea noktalarini paylasan hesaplardan bir tanesi, gitmesek de gormesek de guzele benziyorlar. (not: benim gozumde afternoon tea soygundur, gitmeye gerek yok)

    timeoutlondon: takip etmeyen az kisi vardir herhalde, londra'da olan bitenleri derliyorlar. en kotu kismi biraz "tasty" tarzinda olmasi, cok reklam kokan hareketler.

    songkick: herhalde benimle birebir tanisip da bu uygulamayi duymayan yoktur. uygulamasi isterseniz spotify hesabinizla eslesip sevdiginiz gruplar/muzisyenler sehrinize geldiginde bildirim yolluyor. para geldi bildirimlerinden sonra en sevdigim bildirimler bu uygulamadan gelenler.

    citymapper: yine bilmeyen pek yoktur, otobus/metro saatlerini daha dogru gosteriyor. en guzel yaniysa yolculugun fiyatinin da yazmasi.

    american express: bu ne instagram hesabi ne de uygulama, bildigimiz kart turu. pek cok konserde biletlerin amex'lilere on satisa ciktigini gordum. ıron maiden bileti alacaktim mesela birkac hafta once, amex'liler saha icini tuketmis on satista, alamadim. sonra gidip direkt amex kart aldim, sadece konser bileti almak icin bile kullanmak mantikli. is yeriniz de amex kart veriyorsa bunlari baglayip puanlari ortak havuzda biriktirebilirsiniz.

    londonsocialclub: bu da aslinda bu reddit sub'i. hadi sunu yapalim hadi bunu yapalim tarzinda bir yer. bir iki kez katildim etkinliklerine, katilanlar cok cesitli yerlerden. meta'da manager olan da geliyor mcdonalds'ta burger ceviren de.

  • kiz cocugu, babasi calisirken onu mutlu etmek icin ulasabilecegi ve favorisi olan "bal" ikram etmek istemistir. cunku bal mutluluktur, yiyen kisi akilli olur, saglikli olur. kiz bunu ogrenmis ve kabul etmistir.

    - sana bal getirdim. calisirken enerji verir.
    + tesekkur ederim kizim. ama cok tatli olacak. masada birak, sonra yerim.
    kiz bali birakmadan gider. ben "uzdum mu" diye dusunurken elindeki balla tekrar gelir;

    - baba, senin icin tuz ekledim. artik tatli degil. yiyebilrisin.

    ikinci kez negatif cevap veremeyecegim icin "tuzlu bal" yemeye basladim. kendi istegimle yiyecektim ama kizimin "problem cozuldu" algisi, kendi elleriyle bana tuzlu bal yedirmesi icin yeterliydi. tam olarak nasil bir yuz ifadem oldu bilmiyorum. kizim ne gorduyse yeni bir teklif geldi;

    - cok tuzlu olduyse seker ekleyelim mi?

    (ekledik. tuzlu sekerli bal yedim)

    * kizim 4 yasindayken.